7 Şubat 2012 Salı

Film/ Pulp Fiction

Tarantino’nun imzasını taşıyan bu ikinci film, o güne kadar zar zor ayakta kalan, sesi soluğu fazla çıkmayan, münferit parlak örneklerden öteye gidemeyen Amerikan Bağımsız Sineması’nın bir anda patlayıp 90’ların akış hızı en yüksek kanallarından birini oluşturmasını sağladı. Aynı zamanda bu sinemanın hızla bağımsızlığını yitirmesine neden olacak süreci de başlattı. Unutulmaya terk edilmiş John Travolta’yı yıldız tozuna bulayıp yeniden dolaşıma soktu, günümüzün aranılan oyuncularından biri haline getirdi. Öldüğü ilan edilen kara film türüne, ironik bir yeni soluk getirerek canlandırdı, türün örneklerinin çoğalmasını sağladı. Ucuz Roman’la birlikte “Tarantinovari” filmler furyası Amerika’dan Fransa’ya hatta Türkiye’ye kadar dalga dalga yayılmaya başladı. Ancak soluğu eninde sonunda tükenecek bu furyadan daha önemli olan, “Ucuz Roman”ın gölgesinin kendinden sonra gelen tüm filmlere bir biçimde yansımış olması, sinema anlayışımızı kökünden sarsmasıydı. “Ucuz Roman”la birlikte sinema, ilhamını gerçek yaşamda aramaktan tümüyle vazgeçen, ham maddesini kendini önceleyen filmlerden devşiren, sinema hayranları tarafından, sinema hayranları için yapılan, kendi içinde devri daim oluşturarak yaratıcılığını fitilleyen yepyeni bir akıma kavuşturdu. Belki de 90’lar sinemasının doruğunu teşkil eden “Ucuz Roman”a yüz yıllık sinema tarihinin damıtılmasından oluşan bir özet ve sinemayı yeni bin yıla taşıyacak fırlatma rampası olarak bakmak gerekiyor. Tabii “Ucuz Roman”ın sinemanın sınırlarının çok ötesine taşan, modadan, edebiyata uzanan geniş bir kültürel çerçeveye yayılan etkileri olduğunu, filmden ziyade bir fenomene dönüştüğünü de akılda tutmak gerekiyor. Gerçekten de “Ucuz Roman”, çağının nabzını tutan bir film olarak, popüler kültürden, retroya, postmodernizmden, şiddete kadar günümüzde aklımızı kurcalayan tüm duraklara uğrayarak toplu bilincimize yol almaya devam ediyor.

“Ucuz Roman”ın açılış sekansı, “insanları hazırlıksız yakalamanın” nimetleri üzerine bir diyalogdan oluşuyor. Nitekim filmin cazibesi de, izleyiciyi sürekli hazırlıksız yakalamasından, beklentilerini boşa çıkarmasından, sürprizlerine balyoz etkisi aşılamasından kaynaklanıyor.  “Ucuz Roman” öncelikle sinemanın üzerine inşa edildiği temel varsayımı, yani görselliğin büyüleyiciliğini bozarak işe koyuluyor. Görsel bir sanat olan sinemada, görünürlükle etkileyicilik eş oranlı olagelmişti “Ucuz Roman”a kadar. Bundan dolayı beyazperdeye yansıyan olayların faili kahramanlar, hep kadrajın ortasında ve ön planda, spot ışıkları altında durur, film boyunca en sık görülen şahsiyet olurdu. Oysa “Ucuz Roman”da karakterin etkileyiciliği olayların gidişatı üzerindeki belirleyiciliği, görünmez olduğu oranda artıyor. Örneğin Marcellus Wallace karakteri görünmez kaldığı sürece filmin, en önemli, en etkili ve olaylar üzerinde en belirleyici role sahip karakteri. Gelgelelim kadraja girdiği, görünür olduğu anda, tüm bu etkileyiciliği balon gibi sönüveriyor, beyazperdenin dev aynasına yansıdığı anda küçülüyor, acizleşiyor, düpedüz düzülüyor. Keza Mia Wallace görünmez olduğu sürece çekici, seksi ve tehlikeli bir “femme-fatale”. Oysa görünürlüğe kavuşmasından kısa bir süre sonra, kan ve kusmuğa bulanıp bilinçsiz bir et yığınına dönüşerek, tüm çekiciliğini yitirmekle kalmıyor, kendinden başka kimse için tehlike oluşturamaz hale düşüyor. Kısacası, öldüren cazibe, ölen cazibeye dönüşüyor. İş bununla da bitmiyor. Filmin iki ana öyküsünün, “Bonnie Olayı” ve “Altın Saat” öyküsünün, itici gücü olan karakterleri bir kez bile göremiyoruz. Bonnie, adından sürekli dem vurulan, Marcellus dahil herkesin çekindiği, tüm hararetli çabaların onu kızdırmamak adına gerçekleştirildiği ama bir türlü göremediğimiz bir karakter. “Altın Saat” bölümündeki akıllara ziyan olaylar ise, hiç görmediğimiz, sadece öyküsünü dinlediğimiz ölü baba Coolidge adına gerçekleştiriliyor. Gerçekten de “Ucuz Roman” temel derdinin sinemanın efsanelerini yerle bir etmek olan bir görev üstleniyor.

“Ucuz Roman”a bir, kenef yazıları filmi de denilebilir. Hem, karakterlerin ağzından dökülen bol küfürlü, felsefi tınılı özlü sözler, tuvaletin duvarlarına çiziktirilen benzerlerini fazlasıyla anımsattığından, hem filmin gözde mekanı tuvalet olduğundan, hem de filmin ana maddesi medeniyetin dışkısı sayılagelen pop kültürden damıtıldığından… Gerçekten de , “Ucuz Roman” kadar tuvalet sahnesine yer veren bir film daha bulmak zordur sanırım. “Ucuz Roman” bin bir çeşit filmden alıntılardan oluştuğundan, öncülerinin Tarantino’nun çalıştığı video dükkanında izlediği tüm filmler olduğunu söylemek hiç de abartılı olmasa gerek.

teşekkürler,
http://www.filimadami.com/film-fecir/9/pulp-fiction-hadisesi/35/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder